Mukaddime:
“İslam Nedir” ki, şartlarını görelim.?.
Yersiz tasniflere göre, İslam semavi bir dindir.Arzî olan (insan icadı olanlar) da dinmiş sanki!.
Halbuki;
a) Ya bir diktatörün (veya sömürücünün )uydurduğu disiplin ve düzenlemedir.
Zaman içinde,sırrı bir muhteva kazandırılmıştır:¹Türklerin Şamanizimi,Yunanlıların veya Mısır firavunlarının, hatta Babillilerin, İranlıların düşleri böyledir.
b) Ya da bir peygamberin, tebligatıda olsa; dejenere olmuş; hayatın sevkiyle eskimiş
kaybolmuş, saçma sapan bazı kanaatler sokulmuş yorumlar konmuş, oda arzî (yersel) din olmuş. Yaşadığı sanılan Yahudilik ve Hıristiyanlık böyledir…Semavi olmak dursun, yersel olarak ta artık; zararlı birer ekol haline gelmiştir.
Tevrat bir fitne kitabı (zina,soygun, katil,yalan ve iftirayı… emreden talimat)olmuştur.
İncilse efsaneler örgüsü,çelişkiler mecmuasıdır…
Semavi ve vahyi din islam’ dır.
“Allah nezninde tek din var, İslam” (Al-i İmran:19)
“Bugün size dinimizi olgunlaştırdım; nimetimi size tamamladım. Din olarak da size İslam’ı seçtim”(Maide:3)
“Allah ‘a karşı iftiracı olarak; kendine vahiy gelmediği halde ben vahiy alıyorum, diyenden daha zalim kim olabilir?” (Enam:93)
“İslam dan başka din arayan asla makbul değildir. Bu tipler,ahirette de perişan olur”(A.imran:85)
“Deki ben sadece bana Rabbimden vahyedilene uyarım” (Arâf: 203)
İşte bu dini ,Salih ulema tanıtırken şemalar çizilmiştir:
İslam:
İmanda,Tevhid.
Amelde,İhlas.
Fertte,Liyakat.
Toplumda,Emniyet.
Devlette,Adalet…
İslam’ın dört dayanağı: Tevhit, Risalet, İtaat, Adalet…tir.
İslam’ın isteği, Allaha ve Resülüne itaat eden Alime ve idareciye itaattir.
İslam ve bütün şeriatler kanun ve nizamlar adalet tesis için gelmiştir.
Adelet ise,herkesin layık olduğuna erişmesidir.
İslam adaleti: Nefsi, nesli, aklı, malı ve dini korumak hedefindedir.
İslam ahlakı: Hikmet, secaat, iffet ve adalet temellidir.
Giriş
“Resulullah (as) buyurdu ki;” Bana, insanlarla (hepsinin);
Allah’tan başka ilah (kanun koyucu) bulunmadığını ilan edinceye ve namazı kılıp zekatı verinceye kadar savaşmam emrolundu..Bunları yapanlar benden malını canını kurtarmış olur (İslam’ın gereği olarak), hesapları Allah’a kalır…
(Buhari:24 İbn-u Ömer’den)
a) Cibril hadisinden, iki suâlin cevabı:
(1) İslam nedir?
“İslâm, Allah’ın yegane tanrı, Muhammed’in de O’nun Resulü olduğuna şahâdet etmendir. Sonra Namazı kılman, yine Zekatı vermen, Ramazan’ı oruçlu (geçirmen) ve imkanın varsa Ka’be’yi ziyaret etmendir.” (Buhari-Müslim, İbn-u Ömer’den)
(2) İman nedir?
İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, resullerine, ölümden sonra kalkışa, hayır ve şerriyle- kadere inanmandır.” (Müslim:1/29 İbn-u Ömer’den:)
b) “İslam beş esas üzerine kuruldu”:Allah’dan başka (emri tutulacak) olmadığını ve Muhammed’in onun kulu ve resulü olduğunu ilan etmek. Namazı kılmak, Zekatı vermek, Ramazanda (oruç) tutmak, Beyti ziyaret etmek. (Buhari-Müslim, İbn-u Ömer’den)
c) İman, altmış üç (veya yetmiş üç) derecedir:En üstü; Lâ ilâhe illallah’dır. En altı ise insana zararlıları gidermektedir. Haya da imandan bir bölümdür.(Buhari-Müslim-
Ebu Hurâyreden. )
İslam fıtrat akidesidir:(Temiz yapıya göre inanç)
“İmanın özü, kalbî ibadettir. Sözle ilan ve amelle ifşâ edilir.”
a) İslam, insanın ilâhî tercihle, yaratıldığı aslî yapısının sistemleşmesi anlamında; toplumun inanacağı/bağlanacağı ideal yasa ve yaşayış biçimidir.”
“Yüzünü Allah’ın insanı yarattığı bozulmamış asla (fıtrat) uygun /temiz dine döndür. Geçerli olan budur. Ama çoğu kimseler sezemez.” (Rum: 30)
b) “Bütün doğanlar (ayni) fıtrata uygun doğar. Ana-babası onu hemen Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir.” (Buhari, 2694)
Ana-baba doğanı “İslamlaştırır” demiyor. Çünkü İslam, o fıtrattır. Eşref-i mahlûkât olanın özü ve ilk yapısı. İslam o fıtratı hiç değişmeyecek biçimde aslî kıvamında tutar; rüşte öylece varır insan: bir ekleme çıkarma, değiştirme yok… Bütün çaba, o aslî safiyeti; dünya hayatına hakim kılarak yürütmek! O yapı ile/o sâfiyetle huzura varmak.
O yüzden iyi bakılırsa; İslam’ın hiçbir emri insan fıtratını zorlamaz, yasağı da onu bunaltmaz. Yani tam örtüşür onunla…²
Meselâ, Yaratanına tapma emri var; bu insanı yüceltir. Puta veya başka bir şeye
saygı gösterip, kendini alçaltmaz.
Zararlı (uyuşturucu gibi) yapıyı bozan yiyeceklerden sakındırır. Başkasını incitecek
işlerden men eder. İnsana faydalı olmayı baş ödev sayar.³ Hayatı bilerek yaşamayı
öğütler…
Evlilik meşru kılınmıştır. Çünkü neslin devamına, ilaveten (ve itici güç) olarak cinsel ihtiyaç var. Bu da ruhun ve bedenin sağlığı, dinamizmi demektir. Ama disiplinli bir cinsel hayat yine fıtrata mutabık bir kural… Hani ana- atası bu disiplinde yaratıldı ve yaşadılar…
Adaleti, herkesin layık olduğuna ve hissettiğine ulaşmasını planlar. Üstünlüğü de bu liyakat ve dikkate bağlar. Ama bu, âkil-bâliğ olunca (rüşte erince) akle bağlanır. Aslî yapısı gereği; Allah’tan başkasının koyacağı kuralı reddeder; onun Rasulü’nün (elçisinin) talimatını onaylar. Hayatını o (fıtrata) talimata göre düzenleme sözü verir.Bir anlamda özüne-aslına bağlı kalacağına ahit verir. Müminliği tesbit edilince bu akdini beş belli eylemle hep yeniler, sürdürür:
Allah’ın kanun koyucu, Rasulü’nün; tebliğ, talim ve tatbik ettiriciliğini her nefeste tekrarla: her fırsatta“Lâ ilâhe illallah-Muhammedün rasulullah” der. Belki de: “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasulühû” diyerek; iki şahâdeti ibadetin özü bilir. Bütün öbür dört temel ödevin içine oturtur… Hele, bu iki ilkeyi birbirinden ayırmaz, birini ihmal etmez… düşünür ki;
“Muhammed Rasulullah” olmasa / gelmeseydi; “Lâ ilâhe illallah” demesini kim öğretecekti?6 Çünkü önceki peygamberlerin şeriatleri kaybolmuş. Musa ve İsa’nın tebliğâtı ise özüyle sözüyle değiştirilmiş; şirk dini olmuş: Bir zümre “Üzeyr Allah’ın oğlu” diyecek hale düşmüş; bir zümrede İsa Allah’ın oğlu demiş, şirk dini olmuş. “Muhammed Rasulullah” gelince/olunca, sözü yerine oturtmuş; yahudinin “üstün ırk” olma iddia ve hezeyanı ve hıristiyanın Allah’a evlad isnadı safsatası önlenmiş.
İbadetlerin başı ve özü budur; Kelimeyi Tevhittir:
Allah’tan başka kanun koyucu irade yok. Muhammed de onun en son elçisi; fıtrat dinini insanın şanına en uygun inanç ve hayat tarzını öğretmiştir. Artık öbür (varsayılan) kitaplar geçersiz ve zararlıdır, insanın özünü, hayatını bozucudur. Onlara asla itibar olunmaz; bir ilke alınmaz. Zümrelerin baş sorumluluğu da son Nebiyi, onun getirdiği şeriatı benimsemektir!
Rabb olarak Allah’ı
Din olarak (hayat tarzı) İslam’ı
Rasul ve nebi olarak (rehber ve örnek insan olarak) da Muhammed (a.s)’ı seçtim
Demektir.
Birinci şartın özeti, İslam akidesinin özünün özü olarak, şuurlu şekilde tekrar edilecek
ve en ulvî, en kurtarıcı, ibadet olarak sürdürülecek; vakti, saati, miktarı; sınırsız, kesintisiz
ibadet budur.
Sonra sırayla günde beş namaz, sonra yılda bir zekat, yılda bir ay oruç, ömürde bir hacc…
NAMAZ/SALAT
“Dua” anlamında olan salat, “omurga”yı da ifade eder. “İkame” edilmesi de bunu açıklar:Ayakta başlar. Özür bulunursa oturarak (başlar ve devam eder)
Dualar kompozisyonudur namaz…
Namazın bir şekli bir de muhtevası vardır:
Şekli: Kıbleye dönük, kıyam, kıraet, rukû, secde ve ka’de ile ortaya konur.
Bunun adı “şeriattır.” Yani, sünnette çizilen planı. Bu plan, önemli zorluklar yüzünden
farklılaşabilir. Ama öz sürer. Yani o altı görünüş az çok farklı uygulanır:
Oturduğu, yattığı yerde, baş işaretleriyle… ve kısaltmalarla kılınır. Örtü ve abdest
bile sınırlanabilir.
Muhteva ise bu iskeleti dolduran niyettir. O da, Allah rızasına uygun bir işi yapma niyet ve yönelişidir. Çünkü ibadet, Allah’ın razı olduğu şeydir, (ameldir.)
Öbür beşte olduğu gibi namaz da sırf ibadettir. Dolaylı ve bazı sebepten ötürü ibadetleşen bir iş değildir. İbadet olarak planlanmıştır. O yüzden de “tevkîfi” bir yapı ve muhteva taşır. Mesela; vakitler, miktar ve okunacaklar bellidir:
Kur’an okunur (Fatiha baş şart.) Tesbih, tehlil, tekbirle süslenir. Önceden temizlik ve tedbir, tertib alınır. Vücudun örtüsü, mekanın temizliği de bu meyandadır…
a) Günlük beş vakit:
-Sabah; Fecirle güneş doğuşu arası.
-Öğle; Zevalden ikindiye kadar.
-İkindi; Eşyanın gölgesi iki misli olunca akşama kadar.
-Akşam; Güneş batımından, batıdaki beyazlığın kayboluşuna kadar.
-Yatsı; Bu beyazlık gidince, gece yarısına (veya) üçte birine kadar.²
b) Cuma namazı: Haftada bir, Cuma günü öğle namazı yerine kılınır; hutbeli . (nasihatlı)dir.
c) Bayram namazları da bayram günü kuşlukta kılınır.
d) Öbür namazlar (sünnet-nafile) vakite bağlı değil: Hacet namazı, şükür namazı,
v.b. duruma bağlı.
e) Cenaze namazı ise şekilde ve muhtevada çok özeldir.
f) Seferi ve korku namazları da yine özelliklidir.
Kitapda Delili:
Namaz sorumluluğunu emreden (doğrudan) en az seksen dört ayet vardır: (hadisleri de yukarıda verdik.) Bu belli ayetler dışında da; ibadet, amel-i salih, zikir ve tesbih… gibi kavramlarla çok yerde teşvik edilir:
- “Bu kitap muttakiler için yol gösterici olduğu şüphesizdir: yani gaybe iman ettikten sonra namazı kılan, rızıklarından da dağıtanlara…” (Bakara: 3)
- “Namaz, müminlere vakitli (miadlı) vazife kılındı.” (Nisa: 103)
- “Namazları (koruyun) devam ettirin; orta namazı da.” (Bakara: 238)
- “Cuma günü namaza çağrılınca, allah’ı zikre koşun.” (Cuma, 9-10)
- “Rabbine namaz kıl, kurbanı kes.” (Kevser: 2)
Sünnette Delili:
- “Namaz dinin direğidir.(Keşfül-hafa: 1621)
- “Secdede çok dua edin; kulun Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır.(Müslim)
İcma-ı ümmet (ümmet bilginlerinin ittifakı) da namaz konusunda çok belirgindir. Farzıyyeti, vakitleri, ifa tarzı, zaruretleri ve azimet yönleri..Beş vakit,Cuma,bayram v.b.
Yani ümmetin ittifakıyla kesinleşmiş olan bu konuda tartışmaya kalkan Hak huzurunda da halk huzurunda da rezil olur.
Usul açısından tanımı:
Namazın sebebi: Vakittir (beş namaz ve Cuma için) öbürleri, başka sebep veya illete bağlıdır.
Farzıyyetinin şartı: İslam-Akıl-Büluğ.
Rükünleri: Tahrime, kıyam, kıraat, rüku, secde, ka’de.
Eda şartları: Hadesten taharet, necasetten taharet, setr-i avret, vakit, kıble, niyet.
Hükmü: Zimmetin düşmesi (ödevi yapma) ahiret sevabı.
Sıfatı: Farz, vacip, sünnet, (farz-ı ayn, farz-ı kifaye, vacip liaynihi, vacip li gayrihi) olabilir..
Vakitler: Fecr-i sadık, zeval, gölgelerin iki kat olması, grup ve şafak.
Çeşitleri: Beş vakit, Vitr, Cuma, Bayram, Cenaze, Küsuf, Husuf, Teravih, Seferi, Hacet, ve Korku namazı ile Tahiyyatül Mescid,.
Uyarıcı ilkeler:
“Namaz fahşa ve münkerden vazgeçirir.” (Ankebut: 45)
“Namazda gücünüzün yettiği kadar Kur’an okuyun.” (Müzzemmil: 20)
“Namaz dinin direğidir.” (Hadis-Beyhaki)+ Keşfu’l-Hafa: 2/162.
“Namazı, ben kılarken benden gördüğünüz gibi kılın.” (Tecrid-i Sarih: 2/586)
“Fatihasız namaz, namaz değildir.” (Tac: 1/458, 59, 61)
Ta’dîl-i erkânı; sahih bir kılınış:
Ebu Hureyre’den:
“Peygamber (a.s) mescide girdi, peşinden bir adam da girdi ve namaz kıldıktan sonra Rasule (a.s) selam verdi. O da selamını aldı, ve:
“Git namazını kıl, çünkü sen kılmadın, buyurdu.
Adam kılıp geldi, selam verince”
Dön namazı tekrar kıl çünkü kılmadın dedi. Adamı bu şekilde üç kere döndürünce, iltica etti:
“Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki, daha mükemmelini bilip yapamam” dedi. Bunun üzerine Rasul (a.s)
- Namaza kalkınca tekbir al.
-Sonra Kur’an’dan gücün yettiğince oku.
- Sonra tam rüku yap. Sonra doğrul, tam anlamıyla dur.
- Sonra tatmin edici secde yap. Sonra otur, tam anlamıyla.
- Tekrar secde yap,tam anlamıyla.
- Ve bütün namazını böyle yap.” (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâi)
Son hadis-i şerif namazın doğru kılınışını vermiştir.
Namazın övgüsüne gerek olmaz. Çünkü mümin (özellikle) beş vakit kendini yeniliyor; hazırlayıp Hakkın huzuruna çıkıyor. Rasul (a.s)’ın “Gözümün nuru” dediği ameldir. Mümin gününü böylece beş zamanlı bir dua programıyla yürütüyor. Her secdede –mi’râc eder gibi- kendini huzura teslim ediyor. Proğramlı bir hayat ve fasılalı bir günlük…
Dinin direği târifinde bir çadıra benzetiliyor. Teşbih-i beliğle söylenen şanlı sözde, dört başı mamur bir otağ tasviri var:
Mümin namazını ayakta tuttukça din çadırını ayakta tutuyor!Orta direk olarak dikiyor da kendisini saklayan meskenini barınılır halde tutmuş oluyor. Çünkü namaz süreklidir; müminin irade gücünü de, beden gücünü de diri tutuyor.
Direk, dik durmazsa, çadır çöker.
Ama çadırda sadece direk demek değil: Bezi var, ipleri var, yan kazıkları var, kapısı var, ışık verecek penceresi var. Hepsi birden çadırdır. Ama dinin ayakta ve diri oluşu, direğin dik oluşuna bağlı.
Üzüntü halinde namaz, sinir halinde namaz, insanı teselli ve teskin eder. Sığınmanın en salimidir. Başından sonuna dua ve ilticadır. Ferahlık getirir, teselli getirir, güç ve direnç kazandırır…
Cemaat:
Namazda aslolan cemaat halinde kılmaktır. Ferdi kılınırsa o da sahihtir. Ancak Kur’an’da, kadının nerede nasıl namaz kılacağı bildirilmemiş diye; onu erkeklerle karma yapmak yok: Çünkü, hem fiilî, hem kavlî sünnet kadının yerini belirtmiştir. Onlar kendilerine ayrılan bölmede kalırlar…
Cemaat namazında üç ilkeye de dikkat:
Disiplin, Hürriyet ve Eşitlik… Bu üç ilke aslında üç dünya görüşünün (birbirine zıt gözüken) özelliğidir. Bunları cemaat namazında telif edilmiş görürüz. İmama uyma ve mutlak itaat. Yanılırsa müdahale ve değiştirme. Saflardaki eşit ama önce gelenin ön safı tutması; sosyal mevki ve unvanın geçersizliği…
Bu İslam nizamının ( ve devlet yönetiminin) de maketini verir:
Devlet başkanı cemaatin tasvip ve takdir ettiği zattır,imamdır, yetkilidir,itaat zorunludur.Ama yetki ve becerisi kaybolunca kendisi çekilir veya cemaat azleder…
Eşitlik vardır; safta sıralananlar demektir. Ama adilane eşitliktir: önce gelen ön safa olur ,onu kimse geriye çekemez. Ama sonradan gelen de omuzlarından atlayıp öne geçemez. herkes hak ettiği layık olduğu yerde durur,ama ikram edilirse (yaşı ilmi ve hilmi gereği) o ayrıdır… Yoksa resmi kimlik,rütbe ve zenginlik nedeni ile öne geçme hakkı yoktur.
Namaz’ın Fatiha Tablosu
Ebu Hureyreden (Müslim ve öbürleri):
Rasulullah (a.s.)buyurdu ki;
“ Ümmü’l = Kur’an (Fatiha)ı okumadan namaz kılanın işi üç kere noksandır:…
“ Allah Taalâ buyurdu: Namazı,kulumla aramızda ikiye böldüm ve kuluma dilediği verildi:
I- Kul El-Hamdü Lillahi Rabbil-âlemin, diyince;
- Allah,Kulum bana hamdetti,der.
- Kul Errahmanirrahim,diyince;
- Allah,Kulum beni yüceltti, der.
- Kul,Maliki yevmiddin, diyince;
- Allah, Kulum beni temcid etti;der.
II- Kul yalnız sana itaat eder,yalnız senden başarı dileriz,diyince;
Allah, Bu benimle kulum arasın da (antlaşma)dır.Kuluma dilediği vardır.
III - Kul, İhdinessıradal müstakim… diyince;de
- Allah, Bu kısım sırf kuluma aittir, o da verilmiştir” buyurdu.
ZEKAT
(Toplumu Topyekün Kurtarma Formülü)
“Sosyolojik, Psikolojik, ekonomik, ideolojik tahlil”:
- Malın tezkiyesi: Helalin bir daha temize çıkarılması.
- Fakirin, zenginin sermayesindeki hissesi: İşçilik, müşterilik, koruyucu kitle olması, kendine güvenilerek yapılan teşebbüsün dayanağı olması nedeniyle…
- İbadet yönüyle; namazla eş zamanlı vazife: Namazın ferdiliğine ek topluma yönelişi karşısında zekâtın ferde verilmesine rağmen toplumu kucaklayışı belli…
- Nefse ağır gelmez: (Mal canın yongası olsa da); gönül rızası ve gönül zevkiyle verilir. Ama zaten %2,5 oranıyla da, 1/10 veya 1/20 (öşr) oranıyla da bütün vergilerden daha hafiftir.
- Sermayeden verileceğinden; kaçamak yapılamaz. Toplum vergisi olarak devlet eliyle alınır ve ferdlere dağıtılır.
- Malın bereketlenmesi: Malla cana saygıyı sağlar. Piyasa canlanır: Yoksul, zenginin mahsulünü satın alır. Mal azalmaz, geri döndüğü için çoğalır.
- Bileşik kaplar misâli; zenginden fakire belli oranda akar; tekrar yerine döner; Fakir-ferahlar, zengin rahatlar.
- Mali denge, toplumsal barışa kadar götürür. Zengine saygı ve sevgi de gelir. Kıskanma, haset, hıyanet, hırsızlık kalkar…
- Toplumda güven: İslâmın Medine’den Hicaz’a ilk getirdiği bu ortam: Mâli denge, İç barış, Dış güvenlik…
Salih ulema:
İslâm nedir? Sualine şu cevabı vermiştir:
- İmanda TEVHİD,
- Amelde İHLAS,
- Toplumda EMNİYET,
- Fertte LİYAKAT,
- Devlette ADALET’tir.
Meselemizi bu şemaya göre çözelim:
Zengin bu basit oranı, sermayesinden fakire verirken; “Onlar benimle mi kazandı” diyemez: Çünkü onların emeğini kullandı; ücret verse de… Onlar da döndü müşterisi oldu. Oda ürettiğini satıp zenginliğini tazeledi. O kitleye ümit edip iş kurdu, mahsul üretti. Onların kalabalığıyla malını-canını korudu.
Böylece zenginlik ölçüsüne ermiş bulunan mü’min, helalinden kazandığını bir de zekâtını verince yeniden temizlenmiş; arasında yaşadığı topluma minnet borcunu ödeyince de, garanti altına almıştır. Mânen, Allahın himâyesini kazandığı gibi, çevreleyen insanların da duasını, sevgisini, korumasını sağlamış oluyor… Hasedi, nefredi sonuçta soygunu, hırsızlığı, işine hıyaneti önlemiştir.
Bir şehir, bir çevre tasarlayalım: Onbinlerce insan yaşıyor. Bunlar arasında ziraatçı var; tarla mahsulü yetiştirir, meyve sebze elde eder, büyük-küçük baş hayvan üretir. O varlığa güvenip hayata bağlanır. Satar sermaye biriktirir. Satar, ihtiyaçlarını karşılar… Depolar, geleceğini garanti etmiş olur. Fabrika kurar, mal üretir, bina yapar satar; devleşir sermayesi…
Şimdi bu kişi veya kişiler, bir sabah uyandıklarında, baksalar ki; bütün insanlar göçmüş. Şehir bomboş. Çevre şehirler ve köyler de boşalmış… Ne yapar bu mal-mülk sahipleri? Ne işlerin ucundan tutacak bir işçi bulabilir, ne de malını satın alacak bir kimse. Hatta, tamamen uzak yerlerden eli silahlı kimseler gelip bu zenginleri soyup, kendilerini de öldürebilirler!.. Halbuki asıl çevre sakinleriyle ünsiyeti vardı, belki akrabalığı, ahbaplığı, meslektaşlığı, komşuluğu, yoldaşlığı…
Artık malının/sermayesinin çoğunu bile verip koruyucu tutsa yine başaramaz…. Halbuki, 1/10, 1/20, hatta 2,5/100 ile bu işi başarıyor, hepsini de değişmez müşteri olarak kullanıyordu. Bu oranlar da, sermayesinin tamamı içinden değil; iş aletleri, çalışanların maaşları, kendi ailesinin bütün yıllık giderleri; yeni yıl için gerekli yatırım hesapları çıktıktan sonra; arta kalan fazla maldan hesaplanacaktır…
Bu, fakire-ihtiyaçlı işçisine, komşusuna, akrabasına bir minnet borcu değil midir?...
Ödeme tarzı, en yakın akrabadan en yakın komşudan uzağa doğru açıla açıla giderse; sermayenin büyüklüğüne göre bütün toplumu kaplamaz mı? Ve o toplumda yoksul, aç, çıplak, hasta ve medarsız kalır mı?
İlk başarıyı tanıyalım:
Son Peygamber (a.s.)’ın, ünlü sahabi Adiy bin Hatime üç sorusu ve o sorulara kendisinin cevaplarının özü şudur:
- Bu ümmet yakında öyle zengin olacak ki, …
- Bu ümmet yakında öyle güvenli olacak ki,…
- Bu ümmet yakında öyle güçlü olacak ki, …
Bu üç vaad ve ilkenin daha ilk yıllarda gerçekleştiğini de haber verir Adiy bin Hatim. Bir devletin ilk ve en belirgin ödevi sayılıyor:
1) Mâli denge, 2)İç barış, 3) Dış güvenlik… Bunlar da zekât’la (mâli ibadetle başlayıp) hedefe varıyor…
Bu ibâdet, ayni zaman da ekonomi sigortasıdır. Enflasyon-deflasyon, hatta devülasyon söz konu değildir. Çünkü, zekat malı bereketlendirir: Azalmaz, çoğalır: Çünkü, yoksula verilen her değer sonuçta mali dengeyi sağlar. Fakirin alım gücünü tazeler. Esasen fakir eline geçenle ihtiyacı olan malı da satın alır; yani para döner zekât verene gelir. Hem de güçlenmiş olarak. Toplum güçlendiği için piyasa istikrar kazanır, fiyatlar oynamaz; hile ve ihtikârın kapısı da kapanır…
Bu bir toplum (ve ferde ulaşacak) vergisidir. Devletin kendi işinde kullanacağı vergilerin cinsi ve alanı ayrıdır: Zekatın ayrılıp verileceği yerler bellidir.
- Yedi sınıf insandır:
- Hürriyetini talep edecek köleler.
- Yolcular (yol masrafı yanında bulunmayan garipler.)
- Savaş erleri (Gönüllü savaşanın, gerekli ihtiyacı için.)ilim alanındaki mücahitler…
- Fakirler (Nisaba malik olmayanlar)
- Miskinler (Neredeyse dilenmek durumuna düşmüş yoksullar)
- Borçlular (Borcunun karşılığından fazla bir şeyi olmayanlar..)
- Zekat memurları (Zekat yönetimince bu hizmetinin karşılığı verilir.)
Halbuki zekat, İslâm nizamında ekonomiyi adam ederken, otoriter rejimlerdeki gibi zulmen değil, rızaen alır: Bu en güçlü ve insan gönlünü yüceltici,nefsini ıslah edici, diğer-gamlık duygu ve şahsiyetini oluşturucu fiildir, ameldir. Malını hak rızası ve halk sevgisi (merhamet ve şefkatı)yla ödeyen, çok seviyeli ciddi bir ibadet işlemiş oluyor. Amel-i salihtir: Mal canın yongası iken, elini (zekât yoluyla) vermeğe alıştıran kişi gönül güzelliğine erer, huzur duyar ve sıhhatı bile düzelir.
Kitapta seksenden fazla yerde, namazla birlikte ziredilen; Ödenmesi emri, zekât verene övgü, kimlerin, kimlere ödeyeceği; bazen öz ismiyle, bazen de genel içinde-“sadaka” kavramıyla dillendirilen bu ibâdet İslamın beş şartı içinde, hadislerde, formüle edilmiş. Uygulamasını yapan Rasul (a.s.) ın öz ve açık cümlelerinde ilân edilmiştir:
“Mallarınızın onda birinin dörtte birini (zekât olarak) getirin.”
Yani 1/40’nı buyuruyor. Paralar ve paraya her an tahvil edilebilir eşya (altın, gümüş, ticaret metâi….) nin hesabı böyle. Evcil hayvanların sa 40 olunca bir tane küçük baş; onlara kıyaslanan büyük başlar da kıymete göre oranlanır. Yani bir nisab (ı var: Ödemeğe değer miktar) bir de ondan ödenecek miktar var. Farklı ifadelere rağmen, miktar ve değer aynıdır…
Ziraatla üretilen mahsullerse; emek ve masrafı dikkate alınınca 1/10 veya 1/20 ‘dir. Detayları; müçthid imamlar asrından beri ince hesaplarla belirtilmiş, fıkıh kaynaklarına kaydedilmiştir. “İlm-i hâl” kitapları ise özet ve kolay anlatımla her uygulamayı sıralamıştır. Herkesin oralara başvurması mümkündür.
Günümüzde zekât uygulamadan kalkmış gibi bir hâl var. Çünkü bu muamelat yani hukuk sınıfına sokulmuş, şeriat diye örtülmüştür. Ve sık sık iflaslar, ihtilaflar, soygunlar, vurgunlar derken; zekatsızlığın maneviyatsız ve bereketsiz iktisadi hayatı sürüyor: Krizler bunların düğüm noktalarıdır.
Bir canlı örnekle bağlayalım:
Son dönemin büyük sohbet eri; imanı, ihlası ve geniş din ve dünya kültürüyle her bıranştaki okumuşun öğütçüsü Mahir İz Hocanın bir iddiası vardı: “Zekatı verilmiş mal zayi olmaz!” Ve eklerdi; “Ben maaşımı aldığım gün zekatını veririm…”
İki arkadaşımız, Erenköydeki evine, Hocayı ziyarete gidiyorken; dolmuş şöförü: “Yolcular, burada bir cüzdan var; kiminse alsın!...” diyor. Kimse sahip çıkmıyor. Bizim arkadaşlara da gösteriyor. Bakıyorlar ki, Mahir Hocanın resmi ve kartı var. Cüzdan da bir memur maaşı olacak para var. Sahip çıkıyor ve götürüyorlar… Hoca’ya verince teşekkür ediyor. Maaşını yeni aldığını; nasıl düşürdüğüne hayret ediyor… Arkadaşlarsa Hocaya espri yapmayı kurmuşlar:
Birisi, hani hocam, zekâtı verilen metâ zayi olmaz derdiniz? Der demez hoca; cevabı yapıştırıyor:
- İşte zayi olmadı!... “Sizi ilahi sevkle onun yanına yolladı ve sizin elinizle sâhibine döndürdü.
HACC
İnsanlar için kurulan ilk (biricik) Ev, mübarek Mekkedeki olup, bütün alemlere yön vericidir.” (Âl-i İmran: 96)
“Oraya gitme imkanı bulunanlar üzerinde, Beyti (Kabeyi) ziyaret etmek Allah’a ait hakdır.” (Âl-i İmran: 97)
“Hacc, arafat’tır.”
“Hacc, yürüyüş ve kurbandır.”
“Hacc, malum aylardadır.” (şevval, zilkade, zilhicce)
Hacc: Ka’be’yi kastederek; bu özel yerleri belli zamanda (Arafat’ta vakfe ve Kabe’yi tavaftan) ziyaretten ibaret muhkem bir farzdır.
Başlıca, iki seviyededir:
1) Hacc-i ekber yani mevsiminde vakfe ve tavafı yapmaktır. Öbür vacip ve sünnetleriyle bir senfonidir… Sanki..Bir olurlar duruşlar,yürüyüşlerden oluşan,şekli ve içeriği olan bir komposizyon. Fevrî (hemen ilk imkanda) ya da ömrî (ömür boyu herhangi bir gün) yapılma görüşleri vardır.
2) Hacc-i asgar (umre) ise; bu mevsimin dışındaki günlerde Ka’be’yi tavaf ve sa’yden ibarettir. Hacc’ ömürde bir keresi farzdır. Yarım kalan nafile hacla, adak olanı yapmak vacipse, gerisi müstehaptır.
Usul yönünden:
- Hacc’ın sebebi: Ka’be’nin varlığıdır (ama tekerrür etmediğinden hac da ömürde bir keredir)
- Haccın şartları:
a) Vücubunun: (farz olmasının şartları)
İslam, akıl, büluğ, hürriyet, vakit, nisab, yol azığı ve (Haccın farziyetini) bilmek.
b) Edasının şartları: (uygulayabilmek için) Sağlık, engelsizlik, yol emniyeti,
(kadının) mahremi bulunması, iddetin bitmesi.
c) Sıhhatinin(kabul olması için) şartlar: İslam, ihram, zaman, mekan
d) Rükünleri(ana unsurları): Ziyaret tavafı, vakfe, (menasik-i hacc) dir.
c) Çeşitleri: Haccı İfrad (tek), Haccı Temettu (hacc + umre arada fasıla var), Haccı
Kıran (hacc + umre/fasıla yok)
Yapılış:
Mikat da² ihrama girilir. Ka’be’ye varınca (kudum) tavafı yapılır. Teberrüken sa’y ve zemzem içme ile birinci devre biter. Haccın cinsine göre ihramdan çıkar veya çıkmaz: Sırf umre
(hacc-ı asgar) yapıyorsa, merve tepesinde biter. Tıraş olur, ihramdan çıkar.³
Yok, ifrad haccı yapıyorsa ya da hacc-ı kıran yapıyorsa ihramdan çıkmaz: Arafat’a çıkar, Müzdelife’ye uğrar, Mina’da taş atar;tıraş olur ve ihramdan çıkar…
Hacc-ı kıran yaptıysa ihramdan, kurban kestikten sonra çıkar. Son (ziyaret) tavafını ihramsız yapar.
Temettu yaptıysa, ilk ziyaretten sonra çıkar. Ama terviye günü (Arefe’den önceki gün) tekrar (mekke’de ihrama girer.) kurban kesince de çıkar. Çünkü ifrad (sade hacc) da kurban yok. Öbür ikisinde var. O ikinin de farkı, arada ihramdan çıkma veya çıkmamadan ibarettir.
Hacc dualar ve ibadetler senfonisidir: Telbiyeler, tekbirler, namazlar, yürüyüşler, vakfeler, taş atmalar… günlerce süren iş ve eylemler. Rasul (a.s) son haccında, Ka’be avlusunda yaptığı
uzun nasihatta: “Haccı benden gördüğünüz gibi yapın” diye; yaparak gösterdiği şeyi emretti: Zaman (8-9-10 Zilhicce) ve mekan böylece kesinleşti. Artık hacc aylarının neresinde yapılacağı tartışılamaz. Hac, İslam’ın baş şiarlarındandır. Ve sürdürülmelidir.
Allah, Ka’be’yi yani “Beyt-i Harem”i insanlık için kıyam olarak kurdu. Haram ayları, kurbanları boyunlarındaki gerdanlıkları (nişan) hepsini; Allah’ın her şeyi; yerde gökte (uzayda) ne varsa bildiğini anlatmak için..” (Maide: 97)
Diri ruhlu İslam bilginleri bu ayet-i kerimeden, haccın insanlık (ve İslamlık için) bir kıyam, ayağa kalkış olduğunu istihrac etmektedirler. Bu öyle, “demokratik reform” adı altında; beş harcayıp bir alan ürkeklerin işi değil: Çünkü hacc, bir kıyamdır. Topyekün dünyanın ayağa kalkmasıdır: Yedi kıtadan süzülüp gelen milyonların, tek nokta olarak Ka’be etrafında halkalanıp; iç-içe daireler halinde hakkı kollamaya koyulmasıdır. Bu orada ve arzın tüm yönlerinde bir başka ciddiyet ve aksiyona varır:
Yakın mesafeden, yüzleşme ve kendini isbat sözkonusudur: hacılar hepsi tanışır. Hayır zaten tanırlar birbirini, hitap tarzı tek: Ya hacı! Sadece orada ve aynı günde, belli mekanda ahdini yenileme ve ilan için koşup gelirler:
- Çeşitli vasıtalarla belli mesafeye gelince kıyam kisvesine bürünür, dünya işlerinin süflilerini terk etmeye niyet ederler: Sadece bu kıyamın gereklerine azmederler! En belirgin kıyam budur.
- Sonra Kâbe çevresine yönelir, onu ve onunda temsili olarak “Hacer-i Evsed”i selamlarlar yedi kere. Ve dönerler daire/ler çizerek… her dönüşte bir tavır takınırlar: ızdıba ve remel yaparlar…
- Zemzeme yürürler. Ondan (biyoenerji alır gibi) içerler.
- Tekrar sa’y’e yönelir Safa’dan başlar, Merve’de bitirirler yedi şavtlık yürüyüşü.
O esnada erkekçe, hervele yaparlar.
- Bitince; umre ise ya da hacc-ı temettu ise tıraş olur; ihramı çıkarırlar. Kıyamın birinci safhası tamamdır!..
Bu kıyamda yasaklar da vazife gibidir: savaş dışı eylemler yasak: Katl, kavga, avlanma, ağaç-ot koparma… haşere öldürme bile!
Görüldüğü üzre bu kıyamda, kadın-erkek beraberdir ama tavafta ızdıba ve remel, sa’yde hervele farkı var erkeklerin!
Hacc-ı ifrad ve hacc-ı kıranda ihram yenileme olmadığına göre (sadece temettuda var) yeni bir kıyam başlar: Kadın yapmaz!..
- Minaya yürünür. Gecelenir: yine dualar, telbiyeler, tekbirler… gece namazları dualar; geçmişine-geleceğine…
- Ertesi gün yön Arafat’tır: mahşeri kalabalık bütün ovayı tekbir ve telbiyelerle (sanki; belli sloganlarla) inletir.
- Öyle vaktinde ikindiyi de büyük cemaatlarla kılarlar. Bu da bir kıyam ve seferberlik halidir.
Hacc Emirinin hutbesi dinlenir; bu büyük kongre ve savaş talimatıdır; enine-boyuna ve asıl unsur olarak
Vakfe yapılır: ayakta veya oturarak; tek veya toplu halde dua-iltica yapılır.
- İkindi sonu müzdelife’ye yürünür. Orada akşamla yatsı, yatsı vaktinde birleştirilip ikame edilir. Orada da bir vakfe ve iltica vardır.
- Şimdi üçüncü (veya dördüncü) safha başlar. Sabah namazı vaktinde kılınınca, Mina’ya ve finale yürünür. Orada dikili üç hedefe taş atılır:
- Taşlar (cephane gibi) Müzdelife’den toplanmıştır. Bakımı yapılmış (yıkanmış, sayılmış, hazırlanmıştır.)
- Taş atışlar ayniyle savaş tatbikatıdır. Bunlar üç safhada biter…
Artık, Mekke’ye inilecek. Ama hamdin ve savaşı başarmanın şükrü yerine getirilir: Haccın türüne ve yapılan hatalar göre kurbanlar kesilir.
İlk kıyam yerinde
Tavaf ve sa’y tekrarlanır. Sonra herkes muzefferane dönüş halinde bir de veda tavafı yaparlar.
Bu büyük kongre, eylem ve nümayişten sonra herkesin ülkesi ve ailesi karşılamadadır.
Bu dinin, hayat nizamının topyekun insanlığı hareketlendiren organizasyon ve uygulaması, bu nizamın diriliğinin yaşıyor ve yaşayacak olduğunun en son ve en büyük isbatıdır. ..
Kurban :
Haccla Kurban birlikte anılır: Çünkü, esasta Kurban hacıların,Minada ki en son ve bitirici ödevidir.Tabii, Hacc gelmemiş olanlar da müstakillen memleketinde keserler. Kurban,bir mal fedakarlığıdır.Dört hak mezhepten üçü sünnet der.Hanefiler Vacip der. Adlandırma farkında sonuç değişmez. Kesmeyen suçludur.Rasulullah ayıplamıştır.. Ve Kurban: Kan dökmekle tamam olur. Hacc Rasul(a.s.)”El Haccu El-Accû ves-Seccû-Hacc yürüyüş ve kan akışıtır.”buyurur: Koyun,Keçi,Sığır-Manda ve deveden olur.Etin en az üçte biri fakirlere dağıtılır. Kurban kesim günlerine “Eyyam-û Nalır” denir.Üçüncü gün ikindiye kadar teşrik tekbirleri alınır. Kurbansa akşama kadar kesilebilir. Bayram namazı da,birinci gün kuşlukla kılınır…⁹
Hacılar kurbanını orada kesti. Gitmeyenler ise evinde kesecektir. Kurbanlar şöyledir:
Hacc’da kesilene “hedy” denir.
Hazerde (kendi yerinde kesilene ise) “udhiye” denir.
Bir de akika kurbanı var..
- Sebebi: Vakittir: vakti Zilhicce’nin 10-11-12. günleridir.
- Şartı; İslam zenginlik (nisab) ikamet (hacc dışında) hürriyettir.
- Rüknü, Tezkiyedir. (kesme işinin tamamlanması ve ehline ulaştırılması)
- Hükmü, Af ve sevaptır.
- Çeşidi: Vacip, sünnet, nafile olur.
- Kurbanın vazife olup, kesilmesi konusunda İcma ve ittifak vardır. İhtilaf yok
adlandırma farkı var:
- Hanefiler (kuvvetli sünnet yerine) vacip der.
- Öbürleri ise sünnet-i müekkede derler.
ORUÇ/SAVM
“İnananlar size oruç yazıldı!” ¹ (Bakara: 183) Tıpkı namazın zamanlanıp, vakte bağlı olarak emredildiği gibi.
Niyyet ederek; Allah’ın emirlerinden birini, onun rızasını kazanmak için yapmak üzere; fecirden gün batışına kadar; yeme-içme ve cinsel ilişkiden uzak kalma… Tabii, nafileler de aynı arzu ve niyetle; emirlere benzetilerek yapılır. Sakınılan işlerin de ona benzerinden de sakınılmasını gerektirir: Bedene başka yolla gıda sokma veya elle tatmin gibi… işlerde orucu bozar!
Orucun vakti zarftır (namaz gibi değil) yani bir günde tek oruç tutulur ve ramazan gününde ancak farz olan oruç tutulur…
- Özel zamanı: Şer’i gündür.
- Özel şekli: Niyet-karar.
- Özel iş: Yeme-içme, cinsel ilişki (ve dengi) olandan sakınma.
- Sebep: Hilalin görünmesi (Bütün zaman: Ramazan) Şehr-i sabr Kefaret ve nezr ile nafile de niyet sebeptir.
- Kaza sebebi: Aynı sebeplere bağlı, tehir veya iptal…
- Farzıyyetinin şartı: İslam-akıl-büluğ-vakit.
- Edasının şartı: Ayni…
- Sıhhatinin şartı: Arınmışlık ve niyet.
- Rüknü: Zimmetten kurtulma.
- Hikmeti: Takvaya ermek.²
“Oruç tutunuz ki; sağlık kazanasınız.” (Keşfü’l-Hafâ: 1631)
İbadetlerin her birinin birçok (ve benzer) yönleri ve özellikleri vardır ama her birinin de çok özel bir belirgin yönü, doğrusu, âbidin (kulun) ferdî ve toplumsal müessiriyeti tesbit edilir:
Namaz, fahşa ve münkerden korur.
Zekat mâlî dengeyi sağlayarak sermayeyi temizler.
Oruç sıhhat kazandırır.
Hacc da (seyahat olarak) sağlık sağlar ama o bir büyük buluşma ve kitleleşme ortamı olur. Oruç, eğer hakkı verilerek tutulursa, sağlık getirir. Bunun, uzmanlarca çok yönlü izahı vardır…
Tabii iş bu kadar değil; “Sabır ehline mükafatlarının hesapsız olarak verileceği” (Zümer: 10) bu alemde ve ahirette olacaktır.
Oruç ibadetin, sabır ayı olan Ramazandaki sağladığı imtihan; sadaka-fıtr, ziyafetler, ziyaretlerle bir başka hal ve hava (sağlar değil) sağlıyor. Yani bunu her ramazanda görüyor, yaşıyoruz: Bir kaynaşma, bir canlılık… Sanki bayram; her gün, her teravih her iftar bayram şenliği.. İstanbul gibi bölgelerde ise mahut tabiriyle iç turizm patlaması; bir şevk, bir canlılık, bir hareketlilik… Hastası yaşlısından gençlere ve çocuklara sıçrayan pür heyecanlı günler, tavırlar…
Demek oruç, sıhhati her alanda sağlıyor! Kişiler hastalığını, yorgunluğunu, yoksulluğunu unutuyor. Cömertlik de başlıyor…
Yine bir mutlu oluş var: O yılın zekatı da adeta şuurlu bir yönlendirmeyle ramazanı kolluyor. Sene sonu (veya başı) gibi, silkeleniyor insanlar.
Her nefes süren kelime-i şehadet, yani imanın ifade ve ilanına bağlı olarak; daha çok namaz daha çok (zekat ve) sadaka… Oruca bir de umre eklenince; bu ay da “İslam’ın beş şartı” tecemmu’ eyliyor demektir!..
Orucun çeşitleri:
Farz vacip, sünnet olarak bilinir.
Farz olan malum: Ramazan da tutulamayanın başka günlerde kazası da farzdır. (Bakara: 184)
Vacip olan; nezir-adak oruçlarıyla, başladığı nafileyi (bir sebepten) bozanın kazasıdır.
Bunların dşında ise; sünnet-mendup olanı var.
Ama bayram günleri haramdır. Mekruh olanlar ise, olağan dışı şartlarda tutulanlardır: Yevm-i şekte, Muharrem’in sırf (10.) gününde, belli günleri adet ederek tutmak. Savm-i visal ve Dehr orucu da mekruhtur…
Orucu açarken:
“Allah’ım, senin için³ oruç tuttum. Sana inandım, verdiğin rızıkla orucumu açtım. Benden kabul et.” diye dua edilmek efdaldir. Su veya hurma ile açmak da böyle…
Kefaret
Her yanlışta ve ibadet kusurunda; aff talebi için yapılacak bir ibadet var; “Kefaret”denir.
Orucu, özürlü olarak bozana, bir gün (gününe gün) kaza gerekirken; özürsüz bozana kefaret belirlenmiştir: İlk ve en önemlisi, köle azad etme. Yahut iki ay sürekli (kesintisiz) oruç tutma. Veya altmış fakiri doyurma…
Tabii bunlar, kişinin malı ve sağlık durumuna göre; müftünün tayini ile icra edilir.
Ramazanı başarıyla bitiren her akıl-bâliğ hatta sabi için de fıtır sadakası verilir. (bayram namazından önceleri…)
Ramazanın yılda bir ay olması, onun toplumca bir özel tavırla karşılamasını sağlamış; şiirlere de ilham kaynağı olmuştur. Ramazaniye adıyla yazılan çeşitli manzumeler ve besteler vücuda getirilmiştir.
Oruç tutamayan (veya tutmayanlar)ın fıkraları da ramazan edebiyatı alanında yer tutar.
Teravihlerdeki, namaz kıldıran imam ve müezzinlerin makamatı da öyle… Kandiller ve mahyalarda bu ibadetin zahiri süs ve neşvesi olmuştur..
Ramazanla ilgili hesaplar takvimler, hilal gözetmeleri ve tartışması ve ramazan şiirlerinin bestesi de kültür ve sanat alanında büyük bir miras olmuştur.
“Ramazan” ve “oruç” yine o ayın namına Şehri ve (Ramazanda doğana) isim oluştur. Bir ramazan medeniyeti oluşmuş hasılı.
Salat selâm Efendimiz Muhammed ve ailesiyle ashabına bağlı olan bütün (geçmiş ve gelecek) ûmmetine olsun.
Ali NAR // www.alinar.net